BÖLÜM 3.
Zihin ve beden böyle birbirine bağlandı. Şimdi bir de duygularımıza bakalım…
Duygusal alan için bugüne kadar yaşadığın, hissettiğin her şeyin, bütünün hafızası diyebilirim en kısa şekilde. İşin güzel tarafı hepsi birbiriyle bağlantılı. Çünkü içinde yaşadığın düşünsel sisteme göre bedendeki hücreleri tetikliyorsun, çünkü bedeninde binlerce insanın hafızası var. Duygusal hafıza da hücre hafızasını tetikleyip yarattığı enerjiyi katmanlayıp sana duygusal olarak yük ya da hafiflik oluşturacağın bir alan hazırlıyor. Bunu üç ayaklı bir sehpa gibi düşünmemiz lazım. Bu sehpanın dengede olabilmesi için tüm ayaklarının da eşit uzunlukta olması gerekiyor ki o sehpa bana hizmet edebilsin. Doğal olarak sadece zihnimi çok geliştirip bedensel ve duygusal temizliklerimi yapmazsam sehpanın üzerinde ne varsa dökülebiliyor. Ben hem sehpanın dengede olmasını hem de üzerine daha fazla şey koyabilmek için alanını genişletmek istiyorsam zihnimle, bedenimle ve duygularımla beraber çalışıp dengeli bir şekilde, ağ örer gibi sehpayı büyütebilir, düzenleyebilir ve sağlamlaştırabilirim.
https://www.banukalayci.com Bölüm 1 için tıklayınız
https://www.banukalayci.com Bölüm 2 için tıklayınız
Ben hayatımda bolluk arayışında isem düşüncelerimini, bedenimde taşıdığım hafızanın ve hissettiklerimin bana verdiği hizmet yani benim sehpam küçük olmalı ki “Ben neden bollukta değilim” diye düşünüyorum. Bu nedenle ben aynı şekilde düşünmeye, hissetmeye ve yaşamaya devam edersem bu sehpayı büyütmem ya da alanımı genişletmem söz konusu olamaz. Bolluğun kendi içinde bir titreşimi var diyelim, senin bedeninin de bir titreşimi var. Bedeninin titreşi- mi senin sahip olduğun şeylerle değişmez. Çünkü titreşimi yaratan, zihnindeki inanç kalıpların, bedeninde tuttuğun duygu yükünün tamamı. O yüzden ben hayatıma ne kadar madde koyarsam koyayım, titreşimi değiştirmezsem kendimi bolluk içinde hissedebilme ya da davranışlarımı bu titreşimle değiştirebilme ihtimalim söz konusu değil. O yüzden hiçbirini tek başına çalışabilme ihtimali yok. Çünkü bedendeki titreşimi değiştirmek için zihindeki inanç kalıplarını ve bedenimde tuttuğum travma yüklerini de temizlemem lazım.
Beden hafızamız bolluğu nasıl etkiliyor?
Atalardan gelen her türlü kıtlık bilincinin titreşimsel olarak hücrelerimde olması ve benim bilincimin dışında harekete geçme potansiyeli taşıması, hayatımı bolluk bilincinden ve bunu yaşamaktan uzak bir hale getirebilir. Ancak bedendeki titreşim yükünü değiştirerek hayatımızı değiştirmek için yapabileceğimiz çok şey var yani atalarımdan bana geçen kadersel bir durum değil. Önce bedende tuttuğum hafıza yükünün farkına varmamız gerekiyor. Ama işin eğlenceli kısmı şu ki bedenimizdeki hücreler sürekli bir doğum-ölüm mekanizması içinde. Çalışmalar bedendeki tüm hücrelerin üç senede bir yenilenmiş olduğunu gösteriyor. Hücreler bir anda ölmüyor elbette ama milyonlarca hücre gün içinde doğuyor, ölüyor, doğuyor, ölüyor. Bugün olan hiçbir hücre 3 sene sonra bende olmayacaksa bilinçli bir şekilde bu titreşimi değiştirmek için kendimi dönüştürürsem atalarımdan gelen hafızanın titreşimsel yükünü de değiştirebilirim. Hatta atalardan geldiği düşünülen hastalıkları da yok edebilirim.
Bu nasıl mümkün olabilir ki?
Beden kendi içinde çakralardan oluşan bir sistem. Çakralarımız sürekli dönüyorlar, hızlanıyorlar, bu hızla eneji üretimi yapıyorlar, birbirlerine bilgi iletiyorlar. İlettikleri bilgiler nedeniyle yeni doğan hücreler hemen diğer hücrelerin hafızasına sahip oluyor. Eğer bilinçsizce, otomatik programda devam ediyorsam bu böyle sürüp gidiyor. Otomatik pilottan çıkmak istiyorsam bedenle ilgili çalışmalarda, hareketlerimi düzenlemek, terlemek, hormonların düzgün çalışmasını sağlamak, temiz beslenmek ve düzenli, temiz su içmek, hücrelerin değişim sürecinde titreşim yüklerini yükseltecek düşünsel gücü sağlamak bedenin işini halleder.
Tüm bunlar, bir süreç değil mi? Genelde çalışmalara başlayıp “İşe yaramadı” düşüncesiyle hemen bırakıyoruz.
Aslında yapılan her şey, hemen işe yarıyor. Çünkü bugün dünden daha iyi, daha bolluk içinde, sağlıklı ve başarılı hissediyorsan yaptıkların işe yaramıştır. Elbette sürdürülebilirlik, disiplin, hayata dair herşeyde, hayatın işleyişi için önemli. “Ben bugün çok yoruldum, köklerimden su almayacağım” diyen ağaç yok. Ama insanlara düzenli su içmelerini söylediğimiz zaman “Ay her gün de bu kadar su içilir mi?” diyenler oluyor. Bedenin tümüne emek vermek gerekiyor, sadece yemeğe ya da dış görünüşe değil.
Bir sperm ve yumurtanın bir araya gelmesinden sonra bütün zenginliğini kendi mucizesinde buluşturan bir mekanizma beden ve hareket etmek üzerine kurulu. Hareket etmediği zaman sürahide uzun süre bekleyen suyun tortulaşması gibi beden hafızası da tortulaşmaya başlıyor. Bedenlerini düzgün kullanmamaları şu anda insanların en büyük mutsuzluk, çaresizlik sebeplerinden biri. O nedenle enerji dünyasına girdiğin zaman düzenli yapılmayan kimi alışkanlıkları tekrar yerine koymaya çalışıyoruz. İnsanın, yemek yeme alışkanlığı olduğu gibi yürüme alışkanlığı da vardı ama şu anki toplumsal düzenekte yürümeyi unutmuş gibiyiz. Yürümek, doğada vakit geçirmek en temel insani ihtiyaçlardan. Bunlardan uzak olan, özünü hatırlamayan bir beden, özsel bütünlüğünde ve bolluk içinde yaşamayı da hatırlayamıyor.
Enerji boyutundan bakıldığında, aşırı şişman ya da zayıf olmak bir sorun mu?
Bazen sorun, bazen değil. Kişinin o bedenin içinde ne hissetmek ve nasıl bir deneyim yaşamak için bu dünyaya geldiğini bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz; kas ve yağ oranı düzgün olduğunda enerji dolaşımı daha kolay oluyor. Çünkü yağın en büyük özelliklerinden bir tanesi, vücudun yağı tanımadığı maddelerin üstünü örtmek için kullanması.Yani bütün toksik maddeler yağ hücrelerinin içinde birikebiliyor. Aynı şekilde negatif enerji yükleri de yağ hücrelerinin içinde birikebiliyor. Vücudun gereğinden fazla yağlı olması negatif enerji yükünün de fazla olma ihtimalini barındırıyor. Bu kişilerin, enerji çalışmalarında yani bedenini, zihnini ve duygularını yönetme alanında diğerlerine göre daha çok çaba sarf etmesi gerekebiliyor. Bedenim benim enerjiyi tuttuğum, yarattığım ve akıttığım merkez olduğu için ne kadar az negatif duygu tutulumu olursa, o kadar çok yaratmak ve yarattıklarımı beslemek için kullanabileceğim enerjiyi barındırıyor demektir. Nasıl ki cüzdanımı çerçöp ile doldurursam para koyacak yer bulamıyorum, bedenimde de negatif yük fazla olursa yaratım için enerjiye yer kalmıyor.
Bedendeki negatif yükleri boşaltmak için neler yapabiliriz?
Negatif enerji her zaman kas arasında, yağ arasında sıkışmış bölgelerde var oluyor. Bolluğu dünyama vücudumdan akıtacağıma göre o ne kadar sağlıklı, rahat ve dengede olursa, düzgün çalışırsa o kadar rahat oluyor. Spor, masaj, bedenle ilgili her terapi, dans, gördüğüm, dinlediğim, okuduğum her şey işe yarar.
Beslenme özellikle önemli elbette. İçinde koruyucu olan maddeleri vücudumuz biriktiriyor. Nasıl ki bir sürahinin dibine kum koyarsam alabileceği su miktarı düşer, bedenimin yaratımı da düşüyor öyle… Bir de oksijen konusu var. Vücudumuzun her bölgesinin düzgün bir şekilde oksijenlenmesi gerekiyor. Nefes terapisi o nedenle var. Oksijen alıp kenarda kıyıda kalan negatif duygu yükünü çıkarmaya çalışıyoruz.
Bedenimizde bunlar olurken, zihnimiz nasıl etkiliyor ya da etkileniyor?
Nerede büyütüldüysen, annen baban ya da seni yetiştirenler hangi inanç kalıplarına sahipse, sana ne okutulduysa, ne yaşatıldıysa ve ne dinletildiyse bütün hayatın bununla yönetiliyor.
Aynı evde, aynı anne baba tarafından büyütülen çocuklar neden farklı zihin kalıplarına sahip oluyor?
Her ne kadar aynı evin içinde büyüyor olsak da aynı değiliz, olamayız da. Aslında anne babalarımız da aynı olmuyor. Diyelim ki kardeşlerden biri annesi 21 yaşındayken dünyaya geliyor, diğeri 25’indeyken, öbürü 32 yaşındayken. Annenin 21 yaşındayken taşıdığı hücre hafızası ve geçirdiği hamilelik farklı ve sen o sırada anne bedeninin içinde suyun içindesin. Annenin hamilelik sürecinde yaşadığı her şey aslında senin hücre hafızana kayıtlı olduğundan, dışarıdan gelen etki titreşimsel olarak hücre hafızasından geliyor ve senin için inanç kalıbı oluyor. Yani ailenin hiçbir çocuğu aynı ortamda büyümüyor. Anne babanın ilişkisi değişebiliyor o sırada, maddi durumları değişebiliyor.
Tüm bunlar olurken ben de çocuk olarak bazı kararlar verip hatım boyunca kullanacağım programlar oluşturuyorum, öyle mi?
Evet, aynen öyle. Mesela baban bir iflastan sürecinden geçiyor ve sen anneni ağlarken gördüğünde diyorsun ki “Ben asla parasız kalmayacağım ve aileme bunu yaşatmayacağım”. Dolayısıyla verdiğin karar- lar, belki de hiç hatırlamadığın böyle bir çocukluk anına dayanıyor. Çok çalışıyorsun, çok kazanıyorsun peki yarattığın bolluğun keyfini çıkarabiliyor musun? Çıkış noktası korku ve kızgınlık olduğundan “Ben babam gibi iflas etmeyeceğim” dediğinden para ile bağlantı senin için acıyla bütünleştiğinden istediğin kadar para yarat hayatında yine de kaybetme korkun olabiliyor.
Hep para ile ilgili kalıplardan bahsediyoruz. Nelerdir sıklıkla karşına çıkan, biz bolluktan uzaklaştıran inançlar, düşünceler?
Çalışmalarda katılımcılardan para ile ilgili kalıplarını anlatmalarını istiyorum. Kimi başlıyor “Para güzeldir, para keyiftir, para huzurdur, para mutluluktur, para güzelliktir, insanın konforudur” diye anlatmaya. Kimi de “Para bütün kötülüklerin anasıdır, para kolay kazanılmaz, para parayı çeker, para nankördür, insanların arasını bozar, zor kazanılır” gibi kalıplarla geliyor. “Fazla para kazanırsam başkalarının hakkını yemiş olurum. Ortalamadan fazla kazanmamam lazım” diyenler de oluyor.
Ailesinden, kardeşlerinden daha çok para kazandığı için kendini kötü hissedenler olabiliyor.
Çünkü içinde bulunduğumuz ortama onlara benzeyeceksin ki seni daha çok sevsinler, hissi var insanlarda. İnsanların içindeki sevilme ihtiyacını, eleştirilme korkusunu yok etmeden var olan düzenlerini değiştirmemiz genelde çok zor. O nedenle ne çalışması yaparsak yapalım önce insanların kendine olan sevgisini, saygısını, güvenlerini bulup korkularını yok etmemiz gerekiyor. Yoksa istedikleri şeye sahip olduklarında bununla ne yapacaklarını bilemiyorlar.
Sonra da kazandıkları gidiyor.
Gider, çünkü korku geldiğinde başka program devreye giriyor; ” Onlardan farklıyım. Bunun için suçluluk duyuyorum. Ya beni yeteri kadar sevmezlerse!” O program devreye girdiğinde bedende ona dayalı hücre hafızası harekete geçiyor. Beden hareketlerini, davranışlarını ve tepkilerini bu programa göre şekillendiriyor. Öyle olunca da gittiğim yol o yolun sonu oluyor.
Parayla ilgili negatif kalıpların sürdürülmesinin genel olarak toplumu kontrol altında tutmayı, yönetmeyi kolaylaştırdığını düşünüyor musunuz?
Günümüzdeki sistemde, toplumun devamını sağlamak için sadece zihinsel değil, bedensel ve duygusal olarak da toplumun standardına uygun kitleler yaratılması gerekiyor. Bedensel olarak insanların bir kısmının düzenli olarak hasta olması gerekiyor ki sağlık sektörü, çalışan insanlar ve buna dayalı sektörler ayakta kalabilsinler. Bu nedenle bugün domates iyi, yarın çilek, ertesi gün başka bir yiyecek. Bir zamanlar sigaranın sağlığa iyi geldiğini anlatan röportajlar veriyordu bilim adamları.
Duygusal yönden korku ile yönetilecek nesiller olmalı ki topluma uygun olsun. Zihinsel olarak da belirli kalıplar çocuklara zamanında yükleniyor ki standart olabilsinler.
Kısacası toplumun standart düşünme ve yaşama tarzından ayrılabilme cesaretini doğuramazsak insanlarda, farklı düşünmeye, hareket etmeye ve hissetmeye, güçleri ve cesaretleri olmazsa o zaman büyümeden, gelişmeden bahsedemiyoruz zaten.
3. Bölüm Sonu
Sevgimle,
Banu Kalaycı
Yorumlarınızı bizimle paylaşmak ister misiniz?