Gidenin yeri doldurulamaz…
Gidene özlemle belki başa çıkmak öğrenilir, başa çıkmaya alışılır, ama gidenin özlemi varsa devam eder…
Gidenin arkasından duyulan acı, huzursuzluk, boşluk, anlamsızlık, çaresizlik ve tüm bunun gibi duygular, her zaman söylenmemiş sözlerin, yaşanmamış anların yansıması olmayabilir… Bazen de, ve hatta çokça, yeri asla aynı şekilde doldurulamayacak bir varlığın hayatınızdaki yerinin artık bitmesinin, sizin ömürlük hikayenizde o karakterle paylaşacağınız sahnelerin tükenmesinin, o sesin bir daha duymayacağınızın, o yüzü bir daha görmeyeceğinizin, tam onun olan kokuyu bir daha duyamayacağınızın farkındalığı ve bununla ne yapacağını bilememesidir insanın…
Bilemeyiz…
Onun yanında olduğumuz kişi olamayacağımızı fark ettiğimizde artık, onunla birlikte kendimizin de o parçasını gömeriz…
Hiç bir ölümde tek bir ölüm yaşanmaz ki…
O ölür…
Sizin onun yanındaki parçanız ölür…
Sevdiklerinizin o insanın yanındaki parçaları da…
Cenazelerin yükü ağırdır o yüzden… Asla bir gömülmez… Biri toprağa girerken bini bazen yüreklere gömülür…
İster ölüleri gör ister görme, ister enerjileri bir ister bilme, ister spiritüel dünyanın taçlı kraliçesi-kralı ol… Ölümle başa çıkmayı öğrenmek bir süreçtir…
‘’Onun ışıklarda olduğunu biliyorsun,’’
‘’ İçini ferah tut, güzel bir yerde o şimdi,’’
‘’Çok çekiyordu, bak kurtuldu,’’
‘’ Hayat planında bu da varmış demek, sana bana saygı duymak düşer….’’ Gibi gibi laflar… O lafları söyleyenler… Bazen kişinin gözünde silikleşir…
Garip bir zaman sanki… ölenle billikte ölen tarafını gömemeyeceğini bilirken, kişi ne yapması gerektiğini hep umarız ve dileriz ki yaşarken öğrenir…
Öğrenilmesi de yaşamaya devam ettikçe elzem olur sanki…
Ölen yüzde yüz ölmüşken, yaşayan yüzde yüz yaşamayı seçtiyse, yaşayabilmeyi öğrenmesi sonrasında hep süreçtir. İstanbul – Bodrum 800 km gibi… İster yürüyerek git, ister uçakla, o yol gidilecekse, deneyimlenen ölümden sonra da o yolun kolaylıkla, farkındalıkla, bilinçle, güvenle, hızlıca hatta gidilmesi dualanır içten içe…
Kolaylaştırıcısı ne derseniz?
Çok yok aslında… Ama üzerinden geçmek gerekirse tane tane;
- Yaşarken her birimiz yaşadığımızdan emin olmak- sevdiklerimize sevdiğimizi bonkörce söylemek, zamanımızı en çok sevdiklerimizle geçirmek, anıları biriktirmek… Yaşarken yaşamak yani, ertelemeden, söylenmeden, beraber daha ne kadar zamanımızın kaldığını bilmeden geçen anları çöpe atmadan yaşamak mesela… Dolu dolu…
- Ölüm anında ve sonrasında var olan acıyı kabullenmek… Acıdan kaçmadan, ilaçlara boğulmadan, kafayı dağıtmadan acıyı kabullenmek ve bedenden çıkarmak…Bedende asla tutmamak…
- Her aklınıza geldiğinde kişi gözlere yaş fırladıkça onu çıkarmak mesela… O yaşlar tebessüme dönüşene kadar yazmaki çizmeki konuşmak, anlatmak…
- Acıyı hayatsal dramaya dönüştürmemek ve bunu kullanmamak… Yani durmak için, hayattaki yapmak istediğimiz şeyler için, vs vs ölen sevdiğimizin hayattan ayrılışını kullanmamak.. Yaşamayı durdurmamak, hareketi kesmemek…Yaratılan kinetik enerji yardımıyla bedenden atılımını acının hızlandırmak…
- Kapanan perdenin arkasından uzun süre bakarken oyunu durdurmamak… Hala sahnedeyseniz, hayattaysanız, yaşıyorsanız, hala sizinle olanların keyfini çıkarmak için kendinize izin vermek…
- Özleyeceğinizi kabul etmek…hem onun yanınızdaki sizi, hem de gideni… Bu duyguyu uyuşturmadan hissetmek…
- Beraber paylaştığınız her gün için şükran duymak, yaşadığı günlerin içine sizi de kattığı için bu dünya düzleminde kalpten her gün teşekkürü hissedebilmek ardından…
Tek mutlak doğru koca dünya düzleminde; hepimiz öleceğiz günün birinde.. ve o gün ne zaman bilmeden yaşamanın süprizindeyiz yine… Her birimiz, ne zaman öleceğimizi bilmeden yani başlıyoruz güne…
Hala bedendeyken… Bolca sevdiğimiz.. Çokça paylaştığımız….
Gözümüzü kapatma günü geldiğinde de incecik ruhumuzla tüm sevdiklerimizi son bir kez sarip da ayrılabildiğimiz bir ömür diliyorum herbirimize…
Aşkla…
Sabırla…
Canda…
Sarıldım…
Banu
13 Temmuz 2021
Yorumlarınızı bizimle paylaşmak ister misiniz?