Aşk… Aşk… Aşk çığlıkları duyuluyor heryerde….
Merak…
Özlem…
Acı… Ayrılık hissi…
Bitmeyen sorgulamalar…
Kaçışlar.. Terk edişler…
Terk edemeyişler…
Tutmalar… Bırakmalar… Bırakamamalar…
Aşkın bir başka insanla yaşanacağına dair sanal algı…
Aşkı bir insanda bulma çabası…
Aşkı O’na yükleme, O’ndan beslenme…
O’nu özleme sonra…
Yalanlar…
En çok insanın kendine inandırmaya çabaladığı…
Gerçekten?? Neden bahsediyoruz konu aşk olunca?
Aşk bir insana bağımlılık mı?
Kendimize göstermediğimiz sevgiyi ve özeni ondan görme çabamız mı?
Birisi beni olduğum gibi görsün, sevsin ve sahiplensin ihtiyacı mı?
Güvence mi??
Sevdi, sevmişti, hep sevsin isteği mi??
Bunu sabit kılabilmek için kendimizi gelişimden uzaklaştırmak mı??
Bu sebeple karşımızdaki insanın da hiç değişmemesini istemek mi??
Zamanın bir yerine kendimizi hapis ederken, sevdiğimizi iddia ettiğimiz insanla hücremizi paylaşma arzusu mu??
Zamanın bir yerinde, ama asla anda değil, takılıp kalmak mı??
Kendimizi sevdirmek için olmadığımız bir insanı oynamayı göze almak mı??
Olduğumuz insan olmaya giden yolculuğumuzda, olmadığımız insanı büyütmek mi??
İhtiyaçların karşılıklı doyurulmaya çabası mı aşk denen?
Kişinin deliklerini bulup başka bir insandan ve başka bir insanla bunu doldurma çabası mı??
Eksik miyiz gerçekten ?
İhtiyaç olduğu sürece istenen, asla doyurulamayacağını da bilirken, kişinin yarasıyla oluşturduğu ihtiyaç algısında O’nu bağımlı kılarken kendimize ”ilacın bende” diye, aslında O’ndan aldıklarımızı, doyurduğumuz ihtiyacımızda O’nu düzenli besin kaynağımız olarak yanımızda tutma arzusu mu bağımlılık geliştirirken ve geliştirtirken…?? Kendisini çoğaltmak yerine eksiltmesini istemek mi her gün korkularımızla..?? Kendimizi çoğaltmak yerine ruhta, eksiltme eylemi mi sadece yanımızda kalsın arzusuyla??
Her ilişki kendimizle ilişkimizin yansıması değil mi??
Her ilişkide yumruk yediğimizi düşündüklerimiz yumruk yemeğe izin veren sevgisizlik hissimiz değil mi kendimize…? Kendimize inandırdığımız yalanların yarattığı hissi, başka bir insan üzerinden yaratmak ve hissetmek değil mi?
Gerçekten mi??
En yüce, en yüksek, en yukarda, en ucucu duygu bu kadar sığ bir gerçeklikte mi??
Aşkın yolu ve yolculuğu sadece kendimizde değil mi??
Kendini aşkla bezeyip, büyütmezse kişi, hangi kaynak akabilir ki özgürce ondan içeri??
……………………..
Aşksa bahsettiğimiz…
Kıskançlıklar, yönetme arzusu, değiştirme arzusu, yola getirme isteği, kaybetme korkusu ve ”elalem ne der”le tüm toplumun bize direttiklerini bir kenara koyabilirsek anda…
Hohhhh…. Bir anlığına bile koymaya izin verirsek durduğumuz yerde??
Kendine sahip kişinin işidir aşk…
Kendini seven…
Kendini beğenen…
Kendine özenen…
İçine dönüp baktığında en miniğine giden yolda baktığını seven kişi, aynaya dönüp baktığında anda yansımasına bayılan, kendine bebeği gibi bakan ve en büyük sevgiyi şevkatle kendine sunan kişi aşkla buluşur kalbinde…
Bütün hücreleri ışıldar kişinin aşkta… Ayrılıktan bağımsız…
Yanında taşır kişi aşkı… Kişilerden bağımsız…
Yatarken yanında, aynada karşısında, otururken tüm merkezi besleyen akışında onunladır aşk…
Aşkla bakar etrafındaki her şeye.. Ona hizmet eden tüm maddeye… Ona dokunan her bireye.. Ona sarılan, onu saran her ana, her canlıya, her deneyime…
Ayrılık algısı olmayan aşktan, aşkla beslenmeyi seçen kişi akışta, özgürdür tüm kararlarında…
İhtiyaçları doyurulsun diye, korkuyla tutunmaz hiç bir bireye ya da eşyaya kıyısında…
Değerli olduğunu bilir aşkta olan…
Önemli olduğunu…
Eşsiz olduğunu…
Yeri doldurulamaz olduğunu…
Biricik olduğunu..
Sevgi dolu ve sevilmeye layık olduğunu…
Güzel olduğunu…
Güçlü olduğunu, narin olduğunu, bilge olduğunu…
Her parçacığının bütününü oluşurduğunu.. Ve oluşmuş olan bütünün kendi muhteşemliğinde onunla dünyaya indiğini …
Bilir…
Ve en bildiği zaman, en hissettiği, her zaman olduğu gibi yüreğinin tınısıyla benzer titreşeni görür…
İçini dolduranı, zihnini sakinleştirdiğini, bedeninin güzelliklerini, ruhunun- zihninin- bedeninin derinliklerini paylaşır…
Paylaştıkça kendi bütünlüğünü tertemiz bir ayna gibi yansımasında evrenin bütünüyle , aynaya bakan iki ruhun sonsuzluğu görmesiyle ulaşır…
Derinin altında kalmışları, ruhun derinine işlemişlerini, zihnin köşelerinde sıkışıp kalmış olanları bir insana sunduğu güveni ve özeniyle temizleme seçimidir aşkta ilişki…
”Beni aşktan ayrı tutan varsa, senin aşkındaki yansımamda hazırım onlardan vazgeçmeye” deme deklerasyonudur iki eli, iki kalbi, iki ruhu bir araya getiren ilişki…
Bir ihtiyacı doldurma, beslenme, tüketme, acıma ve acıtma için değil , kişinin kendine olan sevgisiyle, hayata ve insanlara ve kendine güveniyle, bedenlendiği varlığını evrenin ona sunduklarını akıtmak için, yaşamak için, yaşatmak için yüzünü döndüğü kişidir Sevgili denen de…
Aşk bir duygudur…
Aşkta ilişki bir eylem…
Aşka düşülmez bu sebeple…
Aşka açılır kişi kendi doygunluğunda, tüm bilincinin ona sunduğu erdeminin yaşatmaya izin verdiği korkusuyla..…
İlişki ne kadar işteşse, Aşk o kadar iki kaşın arasında, üçüncü gözünü kişinin açan, sadece kendi içinde yaşanan, bambaşka bir bakış açısını insana kazandıran,tekildir.…Birinci tekil şahışta hem de, paylaştıkça birinci çoğula ulaşan.. Birincil olan..
Aşk istiyor herkes…
Aşk çığlıklarında…
İlişki istiyor avuçlarında…
Büyümeyi, özgürce akmayı, gerçeğini dünyaya taşımayı arzuluyor her ruh…
Aşksız bunun mümkün olmayacağının bilincinde olan en bilge taraflarıyla……
Ne güzel…-)
Yolumuz hep aşkta, gözümüz hep gülende, ruhumuz hep yüksekte olsun yolculuğumuzda…
Sabrımız bol.. Gücümüz çok… Kendimize ve yaratılana saygımıza bağlılığımızda…
Banu
1 Yorum
Banu hanım merhaba,
Yazınızı keyifle, yüzümde bir gülümseme ile okudum. Aşk`ın yaratılmış herşeyin dolayısıyla bizlerin hammadesi olduğuna inanıyorum.
Hani bir türkü vardır. “Arı inler bal içinde” der. Arının hareketinin baldan kaynaklandığını söyler mutasavvıflar… Bizleri arılara, aşk`ı da bala benzetiyorum nacizane. Çoğunlukla geç farkına varıyoruz ya da ne yazıkki hiç idrak edemeden bu dünyadaki tecrübemiz sonlanıyor.
Yazınızda belirttiğiniz gibi aynadaki aksimiz bize ancak kendimizi gösteriyor. Bu nedenle Aşk`ı idrak etme çabamızda kullanabileceğimiz bir referans olabilir.
Aşk`ı idrak etmek ise ölmeden evvel ölmek ya da değerli profesör Stefano D`Anna`dan öğrendiğimiz ifadeyle ” kendimizi yenmek” aslında…
Hepimize bu idraki yaşamayı diliyorum.
Sevgilerimle,
Sevil