Kadın Olmak Yeter mi Sanıyorsunuz Kadınları Anlamaya?
Yine seneler önce Sevgililer Günü öncesi nedendir bilmem böyle bir yazı yazıp eklemişim kendi özel dosyama. Gün aklımda dolanırken acaba hala oralarda duruyor mudur diye bir göz atmak istedim.
Geçen seneler bu konudaki hislerimde biraz daha anlayışlı bir yana çekse de beni… Hala çok anlayabildiğimi söyleyemeyeceğim…
Burda seneler önceki Banu’nun yazısını paylaşıyorum sizinle,izninizle…
Sevgiyle,
2010
……………………………….
Kadınları anlamak için kadın olmanın yeterli olduğunu düşünüyorsanız, baştan yanılıyorsunuz demektir…
Senelerdir, erkekleri anlayamadığıma dair yakınır dururdum. Yani, varoluşun temelindeki birkaç molekül farklılığının algılarımızda yarattığı dehşet farklar tam bir muammaydı benim için…
Bu konuda uğraşlarım aslında yok değildi…
Onları anlayabilmek adına bir süre onlar gibi yaşamayı bile denedim..
Sabah yedide işe gittim, akşam onlara kadar çalıştım, evimin her işini başkalarına yaptırdım, erkekleri tamamen boş zamanlarda keyifli saatler geçirmek için yaratılmış varlıklar olarak gördüm ve öyle davrandım, uzun sohbetler yerine tamamen geyik kalabalıkların içine daldım…
Düşünüyorum da başka ne yaptım diye…Bulamıyorum..ama az çok yanlarına yaklaşmışım ki galiba bu kadarını hatırlar oldum.
Anlamama faydası oldu mu?
Valla ne yalan söyleyeyim, artık yavaş yavaş düşünme merkezlerine yakın olduğuma bile inanmıştım.
Saatlerce çalışmanın ardından sadece yaptığım iş önem kazanmıştı, evde oturanları yaşayan parazitler olarak hafiften aşağılayabiliyordum, evde olan her düzen, o dakikalarda artık benim düzenim olmasa bile, gereksizdi, herhangi birisi de hiçbir donanımı olmadan yapabilirdi ki önemsizdi… Zaten deliler gibi çalışıyordum, birisiyle berabersem çok dırdır etmemeli, ona ayırdığım inanılmaz önemli saatlerimle mutlu olmalı ve sadece beni hoş tutmalıydı…
Dır dır… Evet, dır dır…
Bu en nefret ettiğim laf olmasına karşın artık etrafımdaki insanlara bolca kullandığım bir söz olmuştu.
Uzun lafın kısası,olayın merkezine oldukça yaklaşmıştım…Nerdeyse çözüyordum onları…
Ta ki,bir dost toplantısında ,olayı askıya alma kararı alana kadar…
Bu içimde bir yara olarak bir süre daha kanamalıydı, çünkü anlamadığım daha vahim bir şey olduğunu fark ettim önceliği hak eden…
Ben kendi cinsimi de anlamıyordum.
Şimdi benim kazma olduğumu düşünebilirsiniz, müthiş anlayışsız bir salak ya da ne bileyim…
Ama yüzyıllık arkadaşlarımın oluşturduğu keyifli bir akşam yemeğinde kendimi onların arasında bir yaratık gibi hissediyordum.
Aylardan Ekim
Günlerden Cuma
Şubat ayına şurada ne kaldı derseniz, çok kaldı…
Ve bizimkiler ne konuşuyor?
Sevgililer Gününde ne yapacaklarını…
İnanamadım…
Önce şaka yapıyorlar dedim…
Bir kaç,kendimce çok komik, espri yaptım ki ortalık buuuuzzz..
İşte o zaman anladım ki çok ciddiler..
Eyvah dedim… Yine bir yabancılaşma süreci başlıyor…
Neler konuştular neler…
Nerde yemek yenecek, neler giyilecek, hangi çiçekler çaktırmadan ima edilip o gün eve yollattırılacak, hangi hediyeyi alacaklar ve aldırttırılacak… Nerede ve nasıl sevişilecek sabaha kadar…
Nası yaaaa??
Hayır, ben bu insanları tanımasam, ben bu insanların beraber oldukları adamları tanımasam, yanlışlıkla, bir peri masalının kahramanlarının sofrasına oturduğumu düşünebilirim, sohbet o kadar canlı ve inandırıcı…
Ama tanıyorum…
İşte orda tıkandım zaten, beynim orda makara gibi geri sarılıp, bir de sarılırken karışmaya başladı… Tanıyorum ama anlayamıyorum…
Offf..
Olmamalıydı şimdi bu… Tam çözmek üzereyken başka bir muammayı, böylesine bir kâbusun ortasına uyanmamalıydım…
Tekrar olayları kurgulamalar, kendim yaşama çalışmaları, empati geliştirme sanatı… Hayır yaaaa… Şimdi değil yani..
Ben doğduğumdan beri bu grubun bir üyesiyim diye hiç üstünde bile durmamıştım bunun… Ufak tefek ters gelen şeyler vardı ama bunu da kişisel farklılığıma vermiştim. Ama şimdi, arkadaşım dediğim tümün yanındaki bu karmaşamın kesin üstüne gidilmesi gerekiyordu… Off yaaa…
Sonra bir düşündüm…
Olay sadece sevgililer günüyse?
Belki bunu es geçebilirdim…
Yani senelerin güvenilirliğiyle, sadece söylendikleri eşlerinden, sevgililerinden, boyfriendlerinden, her neyse işte, bir gecelik prensler yaratma isteğiyse, belki hoş görülüp, üstünde durulmayabilirdi…
Belki ben, beyaz atlı prenslere inancın aşılandığı kitaplarla büyütülmemiştim. O yüzden böyleydim…
Evet, iyi gidiyorum, tam bu karmaşayı irdelemeden beynimde sonlandıracağım diye sevinirken… Olmadı tabi… O üstünde hiç durmadığım senelerdir, ama garip gelen her şey beynimde maddeler halinde belirmeye başladı…
Nasıl da iştahla yemeklerini yiyip, nasıl da mutlu mutlu, aslında asla mutlu olmayacak bir gecenin hayalini anlatıyorlardı… Belki o gece yüksek beklentilerin gerçekle alakasızlığından çok mutsuz geçecek ama o an nasılda parlıyordu hepsinin gözleri ışıl ışıl… Evet, şu an fark ediyorum belki, aylar öncesinden yaşanmaya başlayan yalan bir mutluluk, sonu mutsuzluk, ama mutluydular işte…
Ben naaapıyorum??Niye ben böyleyim yaaa…..
Geliyorlar,hala geçiyorlar beynimden ,durmuyorlardı işte..
Ben o zaman da anlamamıştım zaten diyorum, bir dünya şeyin beynimde dans etmesini sessizce izlemeye başlıyorum…
Anlamamıştım…
Neden bir insanın aniden sevgilisiyle geçireceği üç piyango saat çıkar ortaya ve bunun iki saatini kuaförde geçirir…
Nasıl olurda kadınlıklarını her seferinde bir silah olarak kullanmayı becerirler ve cinsel arzu paylaşımlarını istediklerini almak için bir araca dönüştürebilirler,
Nasıl olurda annelerin melek olduğundan, anne olmanın ulvi hislerinden bahsederken çocuklarını yeri gelir, kendi kızgınlıkları ve menfaatleri adına diğer ebeveyinden ayrı tutabilirler…
Nasıl olurda sadece kendileri için süslendiklerini söylerler sürekli…
Nasıl olurda gençken yaşlıyı, yaşlıyken genci, evliyken dulu, dulken boşanmışı sürekli ve acımasızca eleştirirler ve anlamak için en ufak bir çaba göstermezler.
Nasıl olur da aşk diye arkasına saklandıkları aslen güvensizliklerini başka bir aşk ortaya çıktığında, öldüresiye yerden yere vurabilirler…
Nasıl olurda diğer hemcinslerini para için bedenlerini satmakla suçlarken, ne olduğu belirsiz bir yaşamda, kendi bedenlerini belki de artık hiç ama hiç sevmedikleri kocalarına sunarlar.
Nasıl olur da kendi özgür iradeleriyle yaşadıkları her süreçten sonra, bazen ana-babasının, bazen çocuğunun, bazen eşinin karşısına çıkıp, saatler süren ‘Ben senin için saçımı süpürge ettim’’ edebiyatını, sanki hiç yazılmamış gibi baştan yazabilirler…
Nasıl olur da………………
Yok………..
Liste gittikçe gidiyordu kafamda, beynimde sürekli başka bir olay canlanıyordu başka soru işaretleri bırakarak peşinde…
Acı gerçek şu ki ben kendi hemcinslerimi de asla anlamamışım ama sayın erkeklerin büyüsüne kapılıp, önce onları çözmeye çalışmışım…
Kadın olmanın kadınları anlamaya yeteceğini sanmışım.
Gerçek şu ki çok yanılmışım…
Ama hiç yoktan o sofrada o an anlamadığım bir dünya arkadaşımın arasında, sevmek için anlamanın çok da gerekli olmadığını keşfettim…
Ve beynim bundan da yeni parantezler açmadan sevginin sıcağına sarınıp hemen kadehimi tazeledim…
Ekim 2003